10 Kasım 2010 Çarşamba

Fosillerden DNA Eldesi


Avustralyalı bilimadamları, aralarında dev koşucu devekuşu ve filkuşunun da bulunduğu soyu tükenmiş bazı kuşların fosilleşmiş yumurta kabuklarından DNA’larını elde ettiler.
Ankara- Perth kentindeki Murdoch Üniversitesi’nden Michael Bunce ve meslektaşları, ilk kez fosilleşmiş yumurta kabuklarının şimdiye dek bilinmeyen eski DNA kaynağı olabileceğini gösterdiklerini belirterek, şimdiye dek ilk defa, yaşayan en büyük kuş olan ve Avrupalıların yerleşmesinin ardından Madakaskar’da 1700′lere doğru ortadan kaybolan filkuşunun (aepyornis) DNA’larını çıkarmayı başardıklarını kaydetti.
İngiliz Proceedings of the Royal Society B. bilimsel dergide yayımlanan araştırmada, bilimadamları ayrıca, Yeni Zelanda ve Avustralya’da yaklaşık 19 bin yıl önce ortadan kalkan dev devekuşlarına ait mitokondriyal DNA’ları yumurta kabuklarından elde ettiler.
Fosilleşmiş yumurtalar, çevrebilimin yeniden inşası, geçmişteki beslenmenin incelenmesi, kronoloji oluşturmak için kullanılırken, ilk kez DNA elde edilmesi amacıyla faydalanılıyor.

Alzheimer’dan korunmak için


Hafıza güçlendirici olarak bilinen ve en çok satan şifalı bitki ilacı olan Gingko adlı popüler ilacın, Alzheimer veya diğer bunama türlerine iyi gelmediği ortaya çıktı.
Pittsburgh Üniversitesi tarafından yapılan yeni bir araştırma, hafıza güçlendirici olarak bilinen ve en çok satan şifalı bitki ilacı olan Gingko adlı popüler ilacın, sanıldığı gibi Alzheimer veya diğer bunama türlerine iyi gelmediğini ortaya koydu.
İlaç yetkilileri aksini söylese de, beyin ve yaşlanma üzerine çalışan ve kendi annesi de Alzheimer hastası olan Prof. Edythe London bu ilacın etkisiz olduğunu ancak Alzheimer’a engel olmak için yapılacak başka şeyler olduğunu söylüyor. CNN’in haberine göre, araştırmalarda ortaya çıkan bulgular, kalp sağlığını koruyan fiziksel egzersizlerin beyin sağlığını da koruduğunu gösteriyor ve bu durum profesörün iddialarını destekler nitelikte.
İşte serebral korteks (beyin korteksi) ve hipokampüs gibi beyninizin hafızayla ilgili kısımlarını güçlendirecek bazı yöntemler:
Antioksidanlar:
A, C, E vitamini gibi antioksidanlar hücrelerin zarar görmesini engelliyor ve yaşlanmaya dayalı hastalıkları yavaşlatıyor. Bu antioksidanların bunamaya engel olduğunu ortaya koyan çalışmalar var.
Balık yağı:
Yaşlanan beyinde iltihaplanmalar meydana geliyor ve balık yağı iltihaplanmayı önleyici bir özelliğesahip.
Köri:
Yapılan bazı çalışmalarda haftada bir kez köri tüketenlerin hafıza konusunda daha iyi sonuçlar elde ettiğini ortaya çıktı.
Beyninizi çarpraz eğitim ile güçlendirin:
Uzmanlar beynin egzersiz ile güçlendirilebildiğini ama tek tip egzersizin yetersiz olduğunu söylüyor. Zihinsel egzersizlerin en azından Alzheimer’ın başlangıcını geciktirdiğine dair pek çok bilimsel kanıt var. Örneğin bulmaca çözmek çok faydalı ama yeterli değil ve hesap makinesi yerine kafadan hesap yapmak, beyni geliştirmeye yönelik bilgisayar oyunları oynamak da işe yarayabilir.
Fosfatidilserin adlı vücutta doğal olarak bulunan lipit (yağ) takviyesinin bunamaya engel olabileceği söyleniyor.

Alzheimer Hastalığı Irsidir


Ailelerinde Alzheimer hastalığı olanların, çok sağlıklı olsalar bile, genellikle hastalığın belirtisi zehirli protein Beta Amyloid’i beyinlerinde bulundurduğu ortaya çıktı.
Chicago- New York Üniversitesi Langone Tıp Merkezi’nden Lisa Moscone, bulgularının, Alzheimer hastalığı geliştirme olasılığı yüksek olan kişileri belirlemede yeni yöntemler bulmaya öncülük edebileceğini söyledi.

Moscone, daha yapılacak çok şey bulunmasına rağmen, bir gün, hastalığın herhangi bir belirtisi ortaya çıkmadan önce ve beyin hala çok sağlıklıyken, Alzheimer sürecini çok açıklıkla teşhis edebileceklerini ifade etti.
Moscone’nin ekibi, araştırmalarında, Alzheimer hastalığının belirticisi olan Beta Amyloid protein öbeklerini aydınlatan ve Pittsburgh Compound B denilen floresan boyayla birlikte positron emisyon tomografi (PET) görüntüleme tekniğini kullandı.
Ekip, yaş ortalamaları 65 ve tamamı sağlıklı beyin fonksiyonları olan 42 kişinin beyinlerini görüntüledi. Bu kişilerden 14′ünün annesinin Alzheimerlı, 14′ünün babasının Alzheimerlı, 14′ünün ise ailelerinin sağlıklı beyin fonksiyonları olduğu vurgulandı. 42 kişinin beyin taramasında, annesi ve babasında Alzheimer olan kişilerin beyinlerinde Amyloid plakalarının daha fazla olduğu tespit edildi.
Moscone, bu durumdaki insanlardan annesi Alzheimer olanların beyinlerinde Beta Amyloid birikiminin yüzde 20 daha fazla olduğunu vurgulayarak, başka bir deyişle bu kişilerin Beta Amyloid Patoloji riskinin 4 kat daha fazla olduğunu söyledi.
Moscone ve ekibinin bulgularının, annesi Alzheimer olanların hastalığa yakalanma riskinin daha büyük olduğu yönündeki önceki araştırmaları da desteklediğine dikkat çekildi.

İleri yaşlardan sonra, ailede Alzheimer bulunmasının hastalığın gelişimi için başlı başına en büyük risk faktörü olduğu bildirilirken, Moscone, Beta Amyloid plakası bulunan herkesin beyinlerinde Alzheimer gelişmediğinin altını çizerek, bununla birlikte Beta Amyloid plakası olanlarda hastalık riskinin yükseldiğini kaydetti.

9 Kasım 2010 Salı

Köstebekler Neden Göremez?


Aberdeen Üniversitesi araştırmacılarından J. Martin Collinson, köstebeklerin görüş yeteneklerini kısıtlayan genetik nedenin göz merceği lenflerinin eksik gelişimi olduğunu belirtti.
Yer altında yaşayan hayvanların göz mercekleri üzerinde yapılan ilk moleküler çalışma olduğu belirtilen araştırmanın sonucuna göre, böcekle beslenen yaratığın göz lenslerinin temel gelişiminde oluşan bir kusur yüzünden köstebeklerin göz mercekleri gelişirken birbirleriyle bağlanmamış epiteller ve organize olamamış, olgunlaşmamış, lif hücreleri oluşuyor.
Araştırmanın sonucu, köstebeklerin kör olması sonradan oluşan bir etkenden dolayı değil normal olarak başlayan mercek lifleri gelişiminin devam etmesi üzerine gerçekleşiyor.

Gerçek Bal ile Sahte Bal


İşte gerçek bal ile sahtesini birbirinden ayırmanın yolları: Gerçek balı ayırt etme konusundaki kamuoyunda dolaşan bilgilerin önemli bir kısmı ise gerçek değil. Fırat Üniversitesi Arıcılık Bölümü Öğretim Görevlisi Mehmet Ali Kutlu, balda bulunan glikoz oranının hiçbir zaman dışarıdan bakıldığında anlaşılamadığını vurguluyor.
Bunu ancak laboratuvar ortamında yapılacak tetkikler belirleyebiliyor. ‘Ucuz etin yahnisi yavan olur.’ sözü burada da geçerli. Gıda mühendisleri, ucuza satılan balda mutlaka hile olduğunun altını çiziyor.
Uzmanlara göre, 2,5 kilogram balın 10 TL’ye satılması mümkün değil. Bunlara bal demenin imkanı yok. Sadece şekerden elde edilen ve bala benzeyen ürünler.
Kutlu, bu tür ürünlere bal aroması veya bir miktar süzme çam balı katıldığını anlatıyor. Kutlu, kovanlardaki arı sayısının 80 bin civarında olması gerektiğini söylüyor.
Kıştan çıkan arılara baharda şurup vermenin de doğal olduğunu anlatıyor ve “3. aya kadar şurup verilebilir. Bal ise 7.-8. ayda elde ediliyor. Yani 3. ayda verilen şekerin emaresi kalmıyor.
Şeker burada yavrunun büyümesi amacıyla veriliyor. Bazı üreticiler balın alındığı dönemde de şeker veriyor. Bu ticari ahlaka sığmayan bir durum.
Mısır şurubu, glikoz, reçel, üzüm şurubu ve pekmez vs. arıya ne verseniz arı bunu bala dönüştürür. Tüketiciler birlik ballarını tercih etmeli.
Arıcılar birliğinin paketleme tesislerinden alınacak bal, en güvenilir baldır. Göz kararı, sündürme ve dolaba koyma yoluyla balın gerçekliğini kontrol etmek imkânsız.
Bal dolaba konmaz. Dolaba konulduğu zaman bal oradaki nemi hemen içine çeker. Yüzeyinde bir tabaka oluşur. O tabaka oluştuğu zaman bal şekerleşir. Bu, yanlış bir uygulamadır. Bu yöntemle balın gerçekliği anlaşılmaz.” diyor.
***
Baldaki şekeri belirlemek için başvurulan geleneksel yöntem
Çiçek balı ile şeker karıştırılmış balı birbirinden ayırt etmek için kibrit çöpünün üstüne konulacak kadar bir bal damlası ışığa tutularak içerisinde şeker olup olmadığı ayırt edilebilir.
Bal damlası şiddetli bir ışık kaynağına tutulur. Sarkmaya başlayan bal damlasında ışıklar sol tarafta toplanırsa çiçek, sağ tarafta toplanırsa şeker karıştırılmış baldır.
Ancak sağ tarafta toplanan ışık her zaman şeker karıştırılmış bal anlamına gelmez, bazen kaynağı çam ve farklı bitkiler olan ballar da ışığı sağ tarafta toplar.
Bizim için önemli olan aldığımız balın çiçek balı olmasıdır. Onun için alacağımız balın ışığı mutlaka sol tarafta toplanmalıdır.
***
Türk arıcısının emeği çalınıyor
Ziraat Yük. Müh. Bahri Yılmaz (TAB Yönetim Kurulu Başkanı): Bizim arıcılar olarak sloganımız; insanlara kalıntısız ve katkısız doğal arı balı yedirmek.
Bu arıcıların sorumluluk anlayışının bir gereği. Bunu Arıcılık Kayıt Sistemi (AKS) ile sağlamış bulunuyoruz. Dört milyon arı kovanının her birinde bir barkot numarası var.
Merkezi olarak bilgisayar ortamında izlenerek kavanozdan kovana kadar izlenebilir arıcılık yapıyoruz. Bal arıları balı doğal kaynaklardan yapar.
Bal dışı ürünler tamamen sahtecilerin işi. Devletin laboratuvarları var, bal analizleri yapılıyor. Alo Gıda 174 hattı var, şikâyet edebilirler.
Türk arıcısının emeğine saygı duymayan, yasal boşluklardan yararlanan sahte adamlar var. GDO üretilmiş glikozları balmış gibi satıyor olmaları, hatta ihraç bile etmiş olmaları Türk balına imaj kaybettiriyor. Balı yalnızca bal arıları yapar, sahte bal olmaz.
***
Sahte bal yoktur
Türkiye Arıcılar Birliği Yönetim Kurulu Üyesi Fahri Saylak: Büyük bir denetim yetersizliği var. Dedektif gibi çalışıyoruz, yapay balları satanları tespit ediyoruz.
İlgili kuruma bildiriyoruz. Kurum işlem yapmıyor. Öncelikle bu denetim sorununun çözülmesi gerek. Piyasada sahte bal yoktur, insanların yaptığı bal vardır. Çünkü arı hiçbir zaman sahte bal yapmaz.
***
Gerçek balla sahtesini ayırmanın yolları

Gerçek bal, soğuk ortamlarda şekerlenir; sahte bal şekerlenmez.
Gerçek balın çok özel, esans gibi hafif bir kokusu vardır. Balı keserken, saklama kabını açıp kapatırken bu koku daha yoğun algılanır.
Gerçek bal, glikozlu bala göre daha koyu kıvamdadır.
Gerçek bal, şerbet gibi aşırı tatlı değildir. Glikozlu bal daha tatlıdır. Bal ağza alındığında birkaç tür tat alınır. Yapay ballarda düz, tek bir tat olur.
Ucuz balda mutlaka şeker ve türevi maddeler vardır.
Bazı üreticiler şekerden elde edilen ürüne, süzme çam balı karıştırıyor. Çam balı ucuz olduğu için bu işte kullanılıyor.
Balı dolapta bekletme yöntemi doğru değildir. Yapısı itibarıyla her zaman nemi çeker. Üzerinde tabaka oluşur. Sonra kristalleşir. Bal olmayan ürünler bu özelliği göstermez.
Aynı ölçek iki kaba tam süzülmüş gerçek bal ve glikozlu bal koyup ağırlıklarını karşılaştırdığınızda, gerçek bal çok daha ağır gelir.
- Bal buzdolabında şekerleniyorsa gerçektir.
- Balın kesafeti (yoğunluğu) çok, akışkanlığı sürekli olmalıdır, kesik kesik akan bal sahtedir. Çiçek balı hızlı, çam balı ise daha yavaş akar.
- Bir kaşığa bal koyup ateşe tuttuğunuzda gerçek bal oldukça akışkan olur, dayanıklıdır geç yanar; glikoz balı ise çabuk yanar ve kömürleşir.
- Buzdolabında yaklaşık bir ay bekleyen balın krem ya da tereyağ kıvamına gelmesi balın hakiki olduğunu gösterir.
- Sabit kalem (kuşun kalem değil ucu ıslandığı zaman mor renk yazan) alın bala uç kısımını daldırın sonra parmağınıza sürün renkli olarak çıkıyorsa bal karışıktır çıkmıyorsa hakiki baldır.
- Soğuk havada donma yapmaz ise bal sahtedir… Zeytin yağının donması gibi kavanozun alt kısımları donma yapar ise hakiki baldır.
- Sahte balın rengi biraz daha açıktır, normal balın kokusu yoktur. Normal balın kıvamı biraz daha katıdır.
- Balı kaşıkla alıp yere döktüğünde sahte bal uzayıp resmen örümcek ağı gibi havada uçar.
- Balın şekerlenmesi durumunda ise, eski hâlini alması için güneşe çıkarılması veya kabıyla birlikte sıcak suya konulması kâfidir.
- Bal şekerle yapılan diğer şerbetlere nazaran çok daha fazla keskindir. Fazla yendiği zaman genizde hafif yanma yapıyorsa bu yediğiniz gerçek baldır.
- Balda hafif te olsa şekerden kaynaklı alkol olması nedeni ile kibrit çöpü veya kağıt üzerinde cızırdayarak yanar.
- Gerçek bal, kekik, keven çiçeklerinin çeşitlerine göre açık mor, sarı, hafif kırmızı veya buzlu cam renklerinde veya bu renklerin değişik tonlarında olabilir. Glikozlu ballar ise açık cam renginde ve daha şeffaf olur.
- Düzenli bir şekilde tüketildiğinde gerçek bal şeker hastalarında, şeker değerini sadece birkaç puan artırır. Ancak aynı miktarda tüketilen glikozlu bal şeker hastalarını komaya dahi sokabilir.

8 Kasım 2010 Pazartesi

Bumerang Nedir? Nasıl Yapılır?


Bumerang, tarihte ilk olarak Avustralya yerlileri (Aborjin), ayrıca eski Mısırlılar ve Avrupalılar, Hindistan’ın bazı yörelerindeki kabileler tarafından silah olarak kullanılan yassı bir kesite sahip eğri bir sopa.
Avustralya ve ABD’de hala spor aracı olarak kullanılmaktadır. Genellikle akasya ve okaliptus gibi sert ağaçlardan yapılmakta ve boyu 40-90 cm kadar olmaktadır. Eğriliği, kolları arasındaki açı 90°den büyük olacak şekildedir. Bazıları düz olarak fırlatıldığı yönde ilerler, bazıları ise havada bir dairevi yörünge çizerek tekrar geri gelirler. Her iki tipte de bumerang döndürülerek fırlatılır ve kendi ekseni etrafında bir daire çizerek döndüğünden dolayı bir jiroskop gibi kendisini havada dengeler.
Aynı zamanda sahip olduğu aerodinamik şeklinden dolayı havada ilerlerken kaldırma kuvvetine maruz kalır. Böylece yere paralel olarak fırlatılan bumerangın çok uzak mesafelere gitmesi mümkün olur.
Geri dönen bumeranglar, kendi ekseni etrafında bir pervane gibi döndüğünde oluşan hayali daire düzlemi, dik düzlemden biraz sağa veya sola eğik olacak şekilde fırlatılır. Bu eğiklik sağ elle fırlatılan bumeranglarda sağa doğrudur. Dolayısıyla fırlatılan bumeranglar da sağa doğrudur. Dolayısıyla fırlatana göre sağdan başlayıp sola doğru dairevi bir yörünge çizerek geri gelir.
Bumerang havada belli bir hızla hareket ederken aynı zamanda döndüğünden üst kısma gelen kolun havaya göre izafi hızı alttakinden daha fazladır. Çünkü dönme hareketinde cismin teğetsel hızı daireye teğet olacak şekilde yön değiştirir. Bu hız üst kısımda bumerangın hareketi yönünde, alt kısımda ise ters yöndedir. Üst kısmın hızının fazla olması, üst kısma daha fazla kaldırma kuvvetinin tesir etmesine sebep olur. Bu da dönen bumerangın oluşturduğu hayali daireyi, sağa eğik atılmışsa sola doğru devirmeye çalışır. Fakat kendi ekseni etrafında dönmesinden ileri gelen jiroskopik tesirle devrilmeyip, hayali dairenin dik ekseni etrafında dönme yapar. Bu hareket neticesi hayali dairenin yönü daima değişir ve neticede dairevi bir yörünge takib ederek ilk başlangıç noktasına gelir.

Türkiye’nin Maden Rezervleri


Türkiye maden rezervi açısından dünyanın en zengin ülkeleri arasında yer alırken, adeta büyük bir servetin üzerinde oturuyor. Türkiye yer altı kaynakları yönünden dünya madenciliğinde adı geçen 132 ülke arasında toplam üretim değeri itibariyle 28’inci, maden çeşitliliği itibariyle 10’uncu sırada yer alıyor.
Türkiye’de günümüzde dünyada ticareti yapılan 90 çeşit madenden 77’sinin varlığı Türkiye’de saptanırken, halen 60 civarında farklı maden ve mineral üretimi yapılıyor. Dünya metal maden rezervlerinin yüzde 0,4’ü, endüstriyel ham madde rezervlerinin yüzde 2,5’i, kömür rezervlerinin yüzde 1’i ve jeotermal potansiyelinin yüzde 0,8’i Türkiye’de bulunuyor.
Zengin olunan madenler arasında ilk sırayı, 3,066 milyar ton ile dünya rezervlerinin yüzde 72’ini oluşturan, bor mineralleri alıyor.
ALTINDA DÜNYA İKİNCİSİYİZ
Türkiye’nin teorik altın potansiyelinin 6 bin 500 ton olduğu tahmin ediliyor. Türkiye, bu potansiyelle dünyada ikinci potansiyel durumunda bulunuyor. Şu ana kadar yapılan çalışmalarla 600 ton altın varlığı görünür hale getirilirken, mevcut potansiyelin yüzde 10’u bulundu ve altın yataklarından şu ana kadar 50 ton civarında altın üretildi.

Takı, mücevher tasarımında dünyanın önde gelen ülkeleri arasında yer alan Türkiye’de yılda 300 ton altın ithal ediliyor. İthal edilen altının 100-150 tonu Türkiye’de işlendikten sonra ihraç ediliyor, kalanı ise yurt içinde tüketiliyor.
JEOTERMALDE AVRUPA BİRİNCİSİYİZ
Teorik jeotermal enerji potansiyeli 31 bin 500 MWt (megavat termal) olan Türkiye, bu potansiyeli ile dünyada 7’inci, Avrupa da ise birinci konumda bulunuyor. Türkiye’nin bugün jeotermal enerjiyi doğrudan kullanım kapasitesi bin 229 MWt. Doğrudan kullanım açısından ise Türkiye dünya sıralamasında 5’inci konumda.

KÖMÜR REZERVİ 2,3 MİLYAR TON ARTTI
Son 3 yılda yapılan kömür aramalarında özellikle derin sondajlar uygulandı. 20-25 yıldır değişmeyen 8,3 milyar ton kömür rezervi, 300 bin metre sondaj yapılarak ve 2,3 milyar ton yeni kömür rezervi bulunarak yüzde 28 oranında arttı. Toplam linyit rezervi de 10,6 milyar tona yükseltildi.

DİĞER ÖNEMLİ REZERVLER
* Çinko-kurşun: Türkiye’nin metal içeriği olarak 860 bin ton kurşun, 2,3 milyon ton çinko rezervi bulunuyor.
* Demir: Ortalama yüzde 50-55 tenörlü işletilebilir demir rezervi toplamı 113 milyon ton dolayında bulunuyor.
* Krom: Türkiye’nin krom rezervi 26 milyon ton civarında.
* Bor: Türkiye 3 milyar 66 milyon ton olan bor rezervleri ile dünya bor potansiyelinin yüzde 72’sini elinde bulunduruyor.
* Alüminyum: Alüminyum üretimine uygun boksit rezervi 87 milyon ton civarında bulunuyor.
* Bakır: Türkiye’de toplam bakır rezervi, metal içeriği olarak 1,5 milyon ton bakır düzeyinde bulunuyor. Ekonomik olarak değerlendirilmeyen düşük tenörlü bakır kaynakları dahil edildiğinde toplam bakır kaynağı metal içeriği olarak 3,5 milyon tonu buluyor.
* Trona: Türkiye’nin Beypazarı ve Kazan yataklarıyla beraber toplam trona rezervi 836 milyon ton düzeyinde.
* Alçıtaşı: Büyük alçıtaşı potansiyeline sahip olan Türkiye’nin rezervleri tam olarak belirlenmedi. Yıllık alçı taşı üretimi 3 milyon ton civarında.
* Mermer ve doğal taşlar: Türkiye’nin 80 bölgesinde 150’den fazla değişik renk, desen, ve kalitede mermer rezervleri bulunuyor. Türkiye’nin mermer potansiyelinin 5,1 milyar metreküp civarında olduğu tahmin ediliyor.
* Seramik ve cam ham maddeleri: Sektörün ana ham maddesini kuvars, kuvarsit, kuvars kumu, feldspat, kil ve kaolen oluşturuyor. Türkiye’de 89 milyon ton kaolen, 354 milyon ton seramik ve refrakter kil, 239 milyon ton feldspat, 1,3 milyar ton kuvars kumu, 2,3 milyar ton kuvars-kuvarsit potansiyeli bulunuyor.
* Çimento ve diğer yapı malzemeleri: İnşaat sektöründe büyük oranda hafif yapı elemanı ve beton agregası olarak da kullanılan ponza potansiyeli 1,5 milyar metreküp, perlit potansiyeli ise 5,7 milyar ton düzeyinde.
* Bentonit: Türkiye’de Ankara Çankırı, Tokat, Edirne ve Ordu illerinde yoğunlaşan değişik alanlarda kullanılabilir 250 milyon ton bentonit rezervi bulunuyor.
* Manyezit: 41-48 manyezit içerikli 111 milyon ton manyezit rezervi bulunuyor.

2010 MADEN İHRACAT HEDEFİ 10 MİLYAR DOLAR
Türkiye’nin 2004 yılında yaklaşık 1,3 milyar dolar olan maden ürünleri ihracatı, 2005 yılında 1,5 milyar dolara çıktı. 2006 yılında yaklaşık 2 milyar dolara ulaşan maden ihracatı, geçen sene 2 milyar 715 milyon dolara yükseldi. Bu yılın ilk 6 aylık döneminde ise bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 34 arttı.

Maden ihracatında doğal taşlar 1 milyar 250 milyon dolar ile ilk sırada yer alıyor. Doğal taşlar ürün grubunu 544,3 milyon dolar ile metalik madenler, 491 milyon dolar ile endüstriyel ham maddeler takip ediyor.
Maden ihracatında bor, krom, selestit, manyezit, barit, mermer, ponza, feldspat gibi madenler ilk sırada yer alıyor. Türkiye’de yılda yaklaşık 60 milyon ton kadar üretilen kömürün ise büyük çoğunluğu termik santrallerde olmak üzere yurt içinde tüketiliyor.

Akaryakıt Gece Alınmalı


Akaryakıt almadan önce, istasyonda bulundurulması gereken ölçü kabı ile pompanın litre kontrolünü yapabileceğinizi biliyor muydunuz? Ya da akaryakıtı gündüz aldığınız zaman 100 litrede 2 litre kayıp olabileceğini…
EPDK’nın lisans izni verdiği petrol istasyonlarında, Sanayi ve Ticaret İl Müdürlüğü tarafından yapılan rutin ölçü denetimlerinin yanı sıra tüketici de denetimde bulunabiliyor.
Çoğu araç sahibi tarafından bilinmediği belirtilen uygulama da, istasyonlarda zorunlu olarak bulundurulan ölçek, pompadaki litrenin doğruluğunu kesinleştirmek amacıyla, tüketici tarafından kullanılabiliyor.
Genellikle 5-10 litrelik şeklinde bulundurulan ölçek kaplarına konulan akaryakıtın litresi ile pompadaki litrenin tutmaması durumunda ise pompadaki ”brodi ölçeği” ayarı ile oynandığı ortaya çıkıyor.
Günlük 15 bin litre akaryakıt satan bir istasyonun, brodi ölçeği ayarında yapılan oynama sonrası yüzde 3 kayıpla, litresi 2,5 YTL’den sattığı akaryakıttan ayda yaklaşık 30 bin YTL haksız kazanç elde ettiği belirtiliyor.
Ölçeğe konulan akaryakıtın litresinin ölçekteki yoğunluk payı çizgisinin altında çıkması durumunda, tüketici hakkını aramak amacıyla Sanayi ve Ticaret İl Müdürlüklerine başvuruda bulunabiliyor.
Adana Sanayi ve Ticaret İl Müdürü Remzi Özdoğan, petrol istasyonlarının EPDK tarafından verilen lisans gereği, uymak zorunda oldukları çok sayıda kural olduğunu söyledi.
Ölçü ve Ayarlar Şube Müdürlüğüne bağlı ekiplerin akaryakıt istasyonlarında sürekli olarak litre denetimleri yaptığını belirten Özdoğan, tüketicilerden ise pompa litresinden şüphelendikleri istasyonlar hakkında şikayetçi olmalarını istedi. Özdoğan, litrede oynama yapan istasyonlara çeşitli cezalar uygulandığını da bildirdi.
”AKARYAKITI GECE ALIN”
Çukurova Üniversitesi (ÇÜ) Mühendislik ve Mimarlık Fakültesi Otomotiv Ana Bilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Kadir Aydın da, güneşe ve sıcağa maruz kalan akaryakıtın genişleyerek 100 litrede 2 litre kayıp ortaya çıkabileceğini belirtti.

Bir araca alınan akaryakıtın yıl bazında değerlendirildiğinde litre kayıplarının daha da önem kazandığını ifade eden Aydın, ”Araç sahipleri de tıpkı petrol istasyonlarının rafinerilerden yaptığı gibi akaryakıtını sıcağın olmadığı gece almalı. Soğuk havada alınan akaryakıtta kayıp yaşanmaz” dedi.

Ecevit’e neden Karaoğlan deniyor?


Rahmetli Bülent Ecevit’in lakabının Karaoğlan olduğunu birçoğumuz bilir. Peki bu Karaoğlan lakabının nereden geldiğini biliyor musunuz?
Bülent Ecevit 1973 genel seçim kampanyasında Kars’ta bulunurken Şehzade Şahin isimli yaşlı bir kadın konuşma alanına gelerek “Karaoğlan nerede,Karaoğlan’ı görmek istiyorum.” dedi.
Karaoğlan lakabı önce CHP’liler ardından basın mensupları tarafından benimsendi. Parti propandalarında “Umudumuz Karaoğlan” sloğanı söylemeye başladı. Şehzade Şahin. 2006 yılında Ecevit’in cenazesine katılmış Kars’tan toptan getirmişti. Ayrıca Ecevit’e İngilizler 1978′deki raporlarında , Karaoğlan (Turkish Robin Hood) diyorlardı.

7 Kasım 2010 Pazar

IMEI Numarası Nedir?


IMEI Numarası Nedir?
IMEI Numarası, Uluslararası Mobil Cihaz Kodu (IMEI, İngilizce: International Mobile Equipment Identity) kelimelerinin kısaltılmış hali olup her bir GSM telefon cihazına , telefon üretilirken yüklenen bir numaradır. IMEI numarası her bir cihazın kimlik numarası olup tek ve benzersizdir.
IMEI Numarasını Nasıl Sorgularım, IMEI Numarasını Nasıl Öğrenirim?
Cep Telefonunuzun IMEI Numarasını bilmiyorsanız *#06# yazıp YES tuşuna basarak telefonun seri numarasına (IMEI numarasına) ulaşabilirsiniz.
Cep Telefonunuzun Kayıtlı Olup Olmadığını, Kaçak Olup Olmadığını Nasıl Öğrenebilirsiniz?
Yukarıda öğrendiğiniz bu IMEI numarasını aşağıdaki ekranda yazıyoruz , kodu da onun altındaki yazı alanına yazıyoruz ve sorgulama işlemini yapıyoruz.
Kaynak:uzmanportal.com

Regenerasyon İnsanda Mümkün Olacak!


ABD’nin Pennsylvania Eyaleti’ndeki Wistar Enstitüsü bilim adamları, vücuttan herhangi bir nedenle kopan organların yeniden gelişmesini engelleyen geni buldu.
GAZETE HABERTÜRK / DIŞ HABERLER
Araştırmacılara göre “p21” ismi verdikleri genin devre dışı bırakılmasıyla, bazı hayvanlardaki gibi “mucizevi iyileşme süreci” insan vücuduna da uygulanabilir. Araştırmayı yürüten Prof. Ellen Haber- Katz ile ekibi, 1996’da yaptıkları deneyde, farelerin kulaklarına işaret delikleri açtıklarını, ancak bu deliklerin birkaç hafta sonra hiçbir iz bırakmadan kapandığını tespit ettiklerini söyledi. Daha sonra yapılan araştırmalarda, bir “hücre döngü düzenleyicisi” olan p21 geninin farelerin kulaklarında pasif durumda olduğu belirlendi. Prof. Haber-Katz, “Herhangi bir uzvunu kaybeden semender ya da kertenkele gibi bu fareler de kaybettikleri dokunun yerine sağlıklı olanı koyuyorlar. Bu bulguların yan etkilerini anlamada henüz başlangıç aşamasında olsak da, bir gün insanlarda p21 genini geçici olarak devre dışı bırakarak iyileşmeyi hızlandırabileceğiz” diye konuştu. ?
Kaynak:haberturk.com

Metamorfoz: Tırtıldan Kelebeğe

Sizin 450-500 kadar yumurtanız olsa ve bunları dışarıda muhafaza etmeniz gerekse ne yapardınız? Onların rüzgar gibi doğa şartlarının etkisiyle saçılıp dağılmalarını önleyecek bir tedbir almanız kuşkusuz ki en akılcı olandır. İşte dünyanın tek seferde en fazla yumurta yumurtlayan canlılarından biri olan ipek böcekleri (450-500), yumurtalarını muhafaza etmek için çok akılcı bir yönteme başvururlar:Yumurtaları salgıladıkları yapışkan bir maddeyle (iplikle) birbirlerine bağlayarak, etrafa saçılıp, dağılmalarını engellerler.

Yumurtadan çıkan tırtıllar, ilk iş olarak kendilerine uygun bir dal bulur ve daha sonra da aynı iplikle oraya bağlanırlar. Ardından gelişebilmeleri için salgıladıkları bu iplikle kendilerine koza örmeye başlarlar. Hayata gözlerini yeni açmış bir tırtılın bu işlemi yapması, durup dinlenmeksizin 3-4 gün sürer. Bu süre içerisinde tırtıl, binlerce kez dönerek, ortalama 900-1500 m. uzunluğunda bir iplik çıkarır.17 Bu işlem bitince de hiç dinlenmeden yeni bir işe başlar ve güzel bir kelebek olmak üzere değişim geçirmeye başlar.
Ne anne ipek böceğinin yavrusunu muhafaza edebilmek için aldığı tedbir, ne de herşeyden habersiz, henüz hiçbir eğitime, bilgiye sahip olmayan küçücük bir tırtılın gösterdiği davranışlar evrimle izah edebilecek olaylar değildir. Herşeyden önce annenin, yumurtaları yapıştırmak için kullandığı ipliği üretebilmesi mucizevidir.
"Yaratan hiç yaratmayan gibi midir? Artık öğüt alıp düşünmez misiniz?" (Nahl Suresi 17)
Yumurtadan yeni çıkan bir tırtılın kendisi için gerekli ortamı tanıyıp ona uygun koza örmesi, ardından değişim geçirmeye başlaması ve bu değişimi problemsiz olarak geçirebilmesi ise insan aklının anlayış sınırlarını zorlamaktadır. Bu durumda her tırtılın dünyaya ne yapması gerektiğini bilir bir şekilde geldiğini rahatlıkla söyleyebiliriz ki bu da, tüm bunların henüz dünyaya gelmeden "öğretilmiş" olduğu anlamına gelecektir.
Bunu bir örnekle açıklayalım. Eğer yeni doğmuş bir bebeğin, doğumundan sadece birkaç saat sonra ayağa kalktığını, dahası kendisine bir yatak yapmak için malzeme (yorgan, yastık, minder vs.) topladığını ve bunları düzgün bir biçimde birleştirip bir yatak yapıp içine yattığını görürseniz, ne düşünürsünüz? Olayın şaşkınlığını üzerinizden attığınızda, varacağınız en mantıklı sonuç, bu bebeğin böyle bir işlemi yapması için henüz anne karnında olağanüstü bir yolla bir şekilde "eğitilmiş" olduğunu düşünmektir. Tırtılların durumu, bu örnekteki bebeklerden farksızdır.
Bu da bizi yine aynı sonuca ulaştırır: Bu canlılar, kendilerini yaratan Allah'ın belirlediği biçimde doğmakta, davranmakta ve yaşamaktadırlar. Kuran'da, Allah'ın balarısına vahyettiğini ve ona bal yapmayı emrettiğini haber verilerek, aslında canlılar dünyasındaki büyük sırrın bir örneğini bildirilmiştir. (Nahl Suresi, 68-69)
Bu sır, tüm canlıların Allah'ın iradesine boyun eğmiş olarak, O'nun belirlediği kaderi izledikleri sırrıdır. Arı bu nedenle bal yapar, ipek böceği bu nedenle ipek üretir.


  
  

DNA'yı Tanıyalım


Deoksiribonükleik asit (DNA), tüm organizmalar ve bazı virüslerin canlılık işlevleri ve biyolojik gelişmeleri için gerekli olan genetik talimatları taşıyan bir nükleik asittir. DNA’nın başlıca rolü bilginin uzun süreli saklanmasıdır. Protein ve RNA gibi hücrenin diğer bileşenlerinin inşası için gerekli olan bilgileri içermesinden dolayı DNA bir kalıp, şablon veya reçeteye benzetilir. Bu genetik bilgileri içeren DNA parçaları gen olarak adlandırılır, ama başka DNA dizilerinin yapısal işlevleri vardır, diğerleri ise bu genetik bilginin kullanılmasının düzenlenmesine yararlar.
Kimyasal olarak DNA, nükleotit olarak adlandırılan basit birimlerden oluşan iki uzun polimerden oluşur. Bu polimerlerin omurgaları, ester bağları ile birbirine bağlanmış şeker ve fosfat gruplarından oluşur. Bu iki iplikçik birbirlerine ters yönde giderler. Her bir şeker grubuna baz olarak adlandırılan dört tip molekülden biri bağlıdır. DNA’nın omurgası boyunca bu bazların oluşturduğu dizi, genetik bilgiyi kodlar. Protein sentezi sırasında bu bilgi, genetik kod aracılığıyla okununca proteinlerin amino asit dizisini belirler. Bu süreç sırasında DNA’daki bilgi, DNA’ya benzer yapıya sahip başka bir nükleik asit olan RNA’ya kopyalanır, bu işleme transkripsiyon denir.
Hücrelerde DNA, kromozom olarak adlandırılan yapıların içinde yer alır. Hücre bölünmesinden evvel kromozomlar ikilenir, bu sırada DNA ikileşmesi gerçekleşir. Ökaryotlarda (yani hayvan, bitki, mantar ve protistalar) DNA’larını hücre çekirdeği içinde bulundururlar, buna karşın prokaryotlarda (yani bakteri ve arkelerde) DNA hücre sitoplazmasında yer alır. Kromozomlarda bulunan kromatin proteinleri (histonlar gibi) DNA’yı sıkıştırıp organize ederler. Bu sıkışık yapılar DNA ile diğer proteinler arasındaki etkileşimleri düzenleyerek DNA’nın hangi kısımlarının okunacağını kontrol ederler.

Kaynak:uzmanportal.com

Balıklar su içer mi ?

Yaşamın kaynağı olan su, canlıların vücutlarında değişik oranlarda bulunur Bu, suyu tüm canlılar fizyolojik olarak kullandığı anlamına gelir Buna su içinde yaşayan canlılar da dahil Sorumuzun cevabı evet Balıklar su içerler Biraz daha açarsak, balıklar tatlı ve tuzlu sularda yaşayanlar olarak da ikiye ayrılır Tuzlu su bilindiği gibi yüksek konsantrasyon olan bir ortam Balık vücuduna bu ortama göre daha az konsantredir Bu durumda balık vücudundan dışarıya doğru bir su çıkışı olur Tuzlu sularda yaşayan bunu dengelemek için devamlı su içmek zorundadırlar İçtikleri tuzlu sudaki fazla elektrolitleri de solungaçlarından dışarı atarlar Bu çok fazla enerji gerektiren bir işlem olduğundan tuzlu su balıkları elde ettikleri suyu daha iyi kullanmak için, böbreklerinden atılan su miktarını en aza indirir Tatlı sulardaysa bunun tam tersi bir durum oluşur Tatlısu balıklarında vücut konsantrasyonu dışarıya göre daha düşük olur Bu durumda dışarıdan içeriye fazla su girişi olur Tatlısu balıkları da bu fazla suyu dışarı devamlı dışarı atmaya çalışırlar Balık pulları vücuda deriden su girişini önlemede de rol alırlar Bunların boşaltımları tuzlusu balıklarına oranla çok fazladır Bunun yanında bazı türler bu değişikliğe çok iyi uyum sağlamışlar Örneğin köpekbalıkları ve vatozların vücut konsantrasyonları deniz suyuna yakındır Böylece suyu dışarı atmak herhangi bir enerji harcamak zorunda kalmazlar Bunun yanında yılanbalıkları ve ringalar, yaşamlarının bir bölümünde tatlı suya, bir bölümünde de tuzlu suya girerler Bunların vücutlarındaki su dengesinin sağlanması da her iki durumda çalışabilecek biçimde özelleşmiştir.

6 Kasım 2010 Cumartesi

Yağmurun Oluşumu

Yağmurun nasıl oluştuğu uzun süre insanlar için bir sırdı. Ancak hava radarlarının keşfedilmesinden sonra, yağmurun hangi evrelerden geçerek oluştuğu kesinlik kazandı.
Buna göre, yağmur üç evreden geçerek oluşur: Önce rüzgar yoluyla yağmurun "hammaddesi" havalanır. Ardından bulutlar meydana gelir ve en son olarak da yağmur damlacıkları ortaya çıkar.

Kuran'da yağmurun oluşumu ile ilgili ayetlerde de tam bu süreçlerden söz etmektedirler.

Allah, rüzgarları gönderir, böylece bir bulut kaldırır da onu nasıl dilerse gökte yayıp-dağıtır ve onu parça parça kılar; nihayet onun arasından yağmurun akıp çıktığını görürsün. Sonunda kendi kullarından dilediğine verince, hemen sevince kapılıverirler.„(Rum Suresi, 48)


Şimdi ayette ifade edilen üç evreyi teknik olarak inceleyelim.


1. EVRE: "Allah rüzgarları gönderir..."
Okyanuslardaki köpüklenme ile oluşan sayısız hava kabarcığı sürekli ortaya çıkmakta ve su zerreleri sürekli olarak gökyüzüne fırlamaktadır. Tuzca zengin olan bu zerreler daha sonra rüzgarlarla taşınır ve atmosferde yukarılara doğru yol alırlar. Aerosol adı verilen bu küçük parçacıklar "su tuzağı" adı verilen bir mekanizmayla yine denizlerden yükselen su buharını kendi çevrelerinde minik damlalar halinde toplayarak bulut damlalarını oluştururlar.
2. EVRE: "...böylece bir bulut kaldırır da onu nasıl dilerse gökte yayıp dağıtır ve onu parça parça kılar..."
Tuz kristallerinin ya da havadaki toz zerrelerinin etrafında yoğunlaşan su buharı sayesinde bulutlar oluşur. Bunların içindeki su damlacıkları çok küçük olduklarından (0.01 ile 0.02 mm çapında) havada asılı kalırlar ve göğe yayılırlar. Böylece gök bulutlarla kaplanır.


3. EVRE: "...nihayet onun arasından yağmurun akıp çıktığını görürsün."
Tuz kristallerinin ve toz zerreciklerinin etrafında biraraya gelen su parçacıkları iyice yoğunlaşarak yağmur damlalarını oluştururlar. Böylece havadan daha ağır bir konuma gelen damlalar buluttan ayrılarak yağmur biçiminde yere düşmeye başlarlar.
Görüldüğü gibi yağmurun oluşumundaki her aşama, Kuran ayetlerinde bildirilmektedir. Üstelik bu aşamalar doğru sıralama ile açıklanmıştır. Dünyadaki birçok doğal olayda olduğu gibi, bunda da Allah en doğru açıklamayı yapmakta, üstelik bu açıklamayı keşfedilişinden asırlar önce Kuran'la insanlara duyurmaktadır.
Yağmurun oluşumu ile ilgili olarak başka bir ayette şu bilgiler verilmektedir:


“Görmedin mi ki, Allah bulutları sürmekte, sonra aralarını birleştirmekte, sonra da onları üst üste yığmaktadır; böylece, yağmurun bunların arasından akıp-çıktığını görürsün.Gökten içinde dolu bulunan dağlar (gibi bulutlar) indiriverir, onu dilediğine isabet ettirir de, dilediğinden onu çevirir; şimşeğinin parıltısı neredeyse gözleri kamaştırıp götürüverecektir.„(Nur Suresi, 43)


Bulut tipleri üzerinde araştırma yapan bilim adamları yağmurun oluşumu ile ilgili şaşırtıcı sonuçlarla karşılaşmışlardır. Yağmur bulutları belirli bir sistem ve aşamalar dahilinde oluşmakta ve şekillenmektedir. Yağmur bulutlarından biri olan cumulonimbus türü bulutların oluşum aşamaları bilimsel olarak şöyledir:


1. AŞAMA, Sürülme: Bulutlar rüzgarlar tarafından bulundukları yerden itilirler yani sürülür.
2. AŞAMA, Birleşme: Rüzgar tarafından itilen bu küçük boyuttaki bulutlar (cumulus) sürüklendikleri yerde birleşip yeni büyük bulutları oluşturur.9 (1) 
3. AŞAMA, Yığılma: Küçük bulutlar birleştikten sonra büyük bulutun içindeki yukarı doğru çekiş kuvveti artar. Bulutun merkezindeki yukarı çekiş kuvveti kenarlardaki çekişten daha güçlüdür. Bu yukarı çekişler bulutun gövdesinin dikey olarak büyümesine neden olur. Böylece bulutlar yukarıya doğru genişleyerek üst üste yığılmış olur. Bu, dikey olarak büyümüş bulutun gövdesinin atmosferin daha serin yerlerine doğru uzamasına sebep olur. İşte bu noktada atmosferin serin bölgelerinde bulutta su ve dolu damlaları büyümeye başlar.
Bu aşamaların sonucunda, su ve dolu damlaları -yukarı çekiş gücünün onları destekleyemeyeceği kadar- ağırlaştıkları zaman da bulutlardan yağmur, dolu vs. şeklinde düşmeye başlarlar. 
(2) 
Unutmamak gerekir ki meteorologlar bulut oluşumu, yapısı ve fonksiyonu ile ilgili detayları gelişmiş ekipmanlar (uçak, uydu, bilgisayar vs.) kullanarak yakın zamanda öğrenmişlerdir. Görülen odur ki, Allah bu ayetlerinde de bize 1400 sene öncesinde bilinmesi mümkün olmayan bir bilgi vermiştir.


Dipnotlar1Anthes, Richard A., John J. Cahir, Alistair B. Fraser, and Hans A. Panofsky, 1981, The Atmosphere, 3. edition, Columbus, Charles E. Merrill Publishing Company, s. 268-269; Millers, Albert; and Jack C. Thompson, 1975, Elements of Meteorology, 2. edition, Columbus, Charles E. Merrill Publishing Company, s. 141
2 Anthes, Richard A.; John J. Cahir; Alistair B. Fraser; and Hans A. Panofsky, 1981, The Atmosphere, s. 269; Millers, Albert; and Jack C. Thompson, 1975, Elements of Meteorology, s. 141-142

Arum Zambağı'nın Çekici Tuzağı

Arum zambağı büyüleyici bir güzelliğe sahiptir. Ancak bu güzellik, böcekler için hazırlanmış mükemmel bir tuzağı da içinde barındırır. Tuzağın amacı sanılanın aksine beslenmek değil neslini devam ettirebilmektir.Zambak çiçeği, spadiks adı verilen çubuk biçiminde bir başağa sahiptir. Başağın etrafı spata olarak adlandırılan beyaz bir yaprak tarafından çevrilidir. Bitkinin çiçeklenen bölümü, beyaz yapraksı yapının içinde başağın dip tarafında yer alır. Burası dışarıdan görülmez. Çiçeklenmenin gerçekleştiği yer dikkatle incelenecek olursa dört bölümle karşılaşılır. Bu bölümleri aşağıdan yukarı olmak üzere şöyle sıralayabiliriz:

1- Dişi çiçekler,

2- Dikenli kısır çiçekler,
3- Erkek çiçekler,
4- Dikenler.
Tozaklanarak üremeye hazır hale gelince, bitkinin metabolizması hızlanmaya başlar ve bitkinin bünyesinde daha önceden üretilmiş olan özel bir asit (glutanamik asit) parçalanır. Bu parçalanma sonucu başağın dışta kalan bölümü ısınır ve keskin kokulu amonyak (NH3) gazı yaymaya başlar. Bitkilerin büyük bir çoğunluğunda kimyasal tepkimelerden ortaya çıkan ısı dışarıya verilmez. Vücut içerisinde farklı kimyasal tepkimeler için kullanılır. Bu konudaki istisnalardan biri arum zambağıdır. Arum zambağındaki yukarıda bahsi geçen ısınma kimyasal tepkimesi yıl içinde tek bir günde, üstelik o belirli günün sadece gündüzün aydınlık olduğu saatlerde gerçekleşir. Başağın ucundan yayılan ısı ve gaz birçok böcek için cezbedici özelliktedir.
Bu nedenle tepkime sonunda birbiri ardına farklı türlerde böcekler çiçeğe çekilir. Başağın yüzeyi yağlıdır. Bu nedenle başağa gelen böcekler kayarak aşağı başağın dibine düşerler. Burada dişi çiçeklerin üzerinde salgılanan şekerli sıvı ile karşılaşır ve onunla beslenirler. Gece olunca erkek çiçekler açılır ve böcekler adeta bir polen yağmuruna tutulurlar. Sabah olunca da başağın üzerindeki dikenler bükülerek böceklerin dışarı çıkmasının sağlayan bir merdiven işlevi görürler. Merdivenden tırmanan böcekler, özgürlüklerine kavuşur kavuşmaz dölleyici polen yükleriyle birlikte başka bir zambağa giderler.Arum zambağı bir fizik ya da kimya mühendisi değildir. Endüstri ürünleri tasarımcısı da değildir. Ama yine bu üç meslek grubunun birikimiyle oluşturulabilecek bir mekanizmaya sahiptir. Bu mekanizmanın her noktası inceden inceye planlanmıştır. Mekanizmayı oluşturan parçalardaki bir eksiklik ya da sıralamadaki en küçük bir hata Arumun bir daha üreyememesi ve neslinin sona ermesi ile sonuçlanacaktır. Arumun tuzağı aşama aşama incelenecek olursa bu tuzağın ne kadar mükemmel bir tasarım ürünü olduğu daha iyi anlaşılacaktır:

1- Glutanamik asidin üretilmesi.
2- Bu asidi parçalayacak olan Dinitro Fenol adlı kimyasalın üretilmesi. Bu iki basamağın gerçekleştirilebilmesi için, amaca uygun sayıda atomun, uygun sırada dizilmesi,
3- Glutanamik asit yoluyla bütün bitkiler ısı çekerken Arumun ısı salmasının sağlanması gerekir.
4- Isı salmanın zamanlamasının doğru olması, ısı salma zamanını belirleyen bir sistemin var olması. Bu aşamada zamanlama çok önemlidir. Örneğin dikenlerin merdiven şeklini almasından sonra ısı salmanın hiçbir anlamı olmayacaktır.
5- Böceklerin döllenmenin gerçekleşeceği yere gelmesi için başağın üzerinde kaygan nitelikte bir sıvının üretilmesi. Bu salgıdaki bir hata sıvıdaki kayganlık özelliğinin yitirilmesine hatta yapışkan olmasına yol açabilir ki bu da zambağın sonu demektir.
6- Böcekleri başağın dibine çekerek orada tutmaya yarayan şekerli sıvının üretilmesi.
7- Böcekler buraya geldikten sonra (daha önce değil) polen yağmurunun başlaması.
8- Tam zamanı geldiğinde dikenlerin bükülerek merdiven formunu alması ve böceklerin çıkışına izin vermeleri. Dikenler bu formu oluşturamazlarsa böcekler dipte hapis kalacaklar ve polenleri diğer zambaklara ulaştıramayacaklardır.

Arumun tuzağını mühendislerin ya da bilim adamlarının bir araya gelerek tasarladığını iddia etmek şüphesiz akıl karı değildir. Peki ya tüm bunların birbiri ardına gerçekleşen tesadüflerle oluştuğunu söylemek? Şüphesiz böyle bir iddianın ilkinden daha tutarsız olacağı çok açıktır. Aklıselim her insan kabul eder ki, bir yerde işleyen mükemmel bir düzen varsa, bu düzen mutlaka biri tarafından önceden hazırlanmış olmalıdır. Planlayan, tasarlayan ve uygulayan olmadan düzen olmaz. Şüphesiz Arumdaki bu mükemmel tasarımın sahibi de yerle gök arasındaki tüm canlıları yaratan ve tüm işleri düzenleyenYüce Allah'tır.

Alıntılar
David Attenborough, The Private Life of Plants, Princeton University Press, Princeton, New Jersey, s